Bilişim dünyası bu yolu çok hızlı katetmiştir. Çünkü kurumların, firmaların ve diğer örgütlerin ellerindeki bilgi yığınları o kadar büyümüştü ki artık kağıtla kalemle verileri anlamlı bilgilere dönüştürmek ve işletmelere yukarıdan her şeyini görebilecek şekilde bakmak neredeyse imkansızlaşmıştı. Böylece bilişim kavramı (ya da sorunu) ortaya çıktı, yani bilgi iletişimi ya da bilginin iletimi.
Bu bilgi dağlarını yönetebilmek için önce
mainframe’ler ortaya çıktı. Bunlar böyle dev gibi bilgisayarlar olarak düşünülebilir. Bu yapımı milyonlarca dolara mâl olan bilgisayarların amacı bir işletme çatısı altında farklı bilgi işleme terminallerinin aynı anda işlem yapabilmesine imkan vermekti. İlk istemci – sunucu örneği olan bu sistemler merkezi programlama mimarisiyle çalışıyorlardı. Yani bu dev bilgisayarların içinde paralel çalışan bilgisayarlar (işlemciler) vardı ve dışarıdan gelen işlem istekleri bu bilgisayarlara dağıtılıyordu. Bütün işlemler bu ana makinenin (mainframe) içinde yapılıyordu. Bu sistemde istemcilerin işlem yapma yeteneği çok çok azdı.
Derken çok daha ucuza mal olan
client server (C/S) sistemleri ortaya çıktı. Bu bilişim dünyası adına 2. devrimsel değişimdi. Değişim devrimsel olmasının sebebi ise C/S sistemi mainframe’e göre istemci bilgisayara daha çok iş bırakan dağıtık programlama mimarisiyle çalışması, böylece ana makinenin iş yükü oldukça azaltıldığı için ana makinelerin inanılmaz güçlü büyük manframe’ler gibi olmasına gerek kalmamasıydı. Bu da C/S sistemlerin mainframe’lerden çok daha ucuz sistemler olması sağlıyordu. Herkesin dilinde olan server (sunucu) kelimesi de bu sistemlerin ortaya çıkmasıyla bayağa bi popüler olmuştu. Server basit anlamda işlem yapma ve depolama kapasitesi artırılmış bir pc olarak düşünülebilir.
Bu sistemle birlikte bugün dünya üzerinde işletmelerin çok büyük bir kısmının vazgeçilmezi olan Kurumsal Kaynak Planlama yani ERP yönetim sistem yazılımları da ortaya çıkmış oldu. C/S dönemi aslında 2 dönemlidir. Birinci dönemde
file server dediğimiz sistem yapısı söz konusudur. Bu yapıda programın bütün kullanıcıları (bütün terminaller) yazma, silme, kayıt etme, izleme, raporlama gibi bütün yetkilere sahipti ve terminallerde yapılan her işlem doğrudan ana makinenin veri tabanı üzerine yapılıyordu. Üstelik bir elektrik kesintisi yaşandığı zaman da doğrudan ana kayıtların silinmesi ihtimali vardı. Bu yüzden file server sistemler son derece riskliydi. Sonra bu sistem revize edilerek client server sistemler ortaya çıkarıldı. Bu sistemlerde ERP yazılımlarının yanında bir de yetkilendirme modülü vardı. Böylece sistemin her kullanıcısı sadece kendisiyle ilgili yönetim modüllerini görebiliyor ve sadece kendisine verilen yetki kapsamında işlem yapabiliyordu. Bugün dünya çapında hala dağıtık programlama mimarisiyle çalışan bu ERP sistemleri hüküm sürmektedir.

Bununla birlikte bilişimin bugün geldiği noktada artık servis odaklı mimari (
Service Oriented Architecture – SOA) diye bir şey konuşuluyor. Peki nedir bu SOA? SOA üzerine yapılan tanımlar çok soyut olmakla birlikte, burada basitçe ifade edecek olursak; işletmeler son zamanlarda iş süreçlerinin karmaşıklaşması ve BT kullanımlarının artmasıyla bir çok yazılı bir arada kullanmak zorunda kalmışlardır. Örneğin satış yapan bir firma mobil satış otomasyonu için bir program, CRM faaliyetleri için başka bir program, web portalı üzerinden tedarikçileriyle iletişim kurmak için başka bir program kullanıyorsa tedarikçinin sahadaki satış elemanına göre stok düzeylerini ürün bazında ayarlaması için bu yazılımların birbiriyle iletişim kurabilmesi, konuşabilmesi gerekir. Bu ihtiyaç için bugün firmalar çeşitli entegrasyon modülleri kullanmaktadırlar. Bununla

birlikte entegrasyon modülleri milyarlarca veriyi çift yönlü olarak iki program arasında birbirinin diline çevirmek zorunda oldukları için çok hantal kalmakta ve sürekli sorun çıkarmaktadırlar. İşte bu yüzden, bu farklı platformlarda çalışan programları birbiriyle daha sağlıklı konuşturabilmek için servis odaklı mimari kavramı ortaya atılmıştır. SOA, klasik “bir iş süreci için bir modül” kavramından ziyade daha çok “bir iş süreci için ortaklaşa çalışan bir çok modül (servis)” mantığına dayandığı için adına servis odaklı denmiştir. Bu sistemin en güzel yanlarından biri büyük büyük iş modüllerinden ziyade daha kompakt çalışan birbiriyle rahatça iletişim kurabilen servis yapıları sunmasıdır. Bu mimarinin işletmelere uygulanmasıyla da
Enterprise Serive Bus (ESB) kavramı ortaya çıkmıştır. ESB, işletme içerisinde kullanılacak servislerin bir standardının olması gerektiği mantığından doğmuş bir kavramdır.
SOA öyle alınıp hemen firmanın bilgisayarlarına kurulabilecek bir ERP programı değildir.

Daha çok bir uygulama platformudur. Yapılacak uzun dönemli stratejik

planlar doğrultusunda işletmenin bütün ihtiyaçlarının, bütün iş süreçlerinin iyice analiz edilip bu işleri yapacak servislerin tasarlanması şeklinde uzun soluklu bir süreçtir. SOA aslında bugün daha çok bilişimin web tarafında gelişen e-ticaret iş süreçlerini sağlıklı bir biçimde BT’nin çatısı altına almak için ortaya çıkmıştır desek yanlış olmaz.