Pazartesi, Şubat 26, 2007

Ebebek.com ve Düşündürdükleri...

Geçen hafta Salı günü E-ticaret dersimizin konuğu bebek.com ve ebebek.com’un hem kurucusu hem de sahibi Halil Erdoğmuş Bey’di. Halil Bey bizlere e-ticaret’e nasıl başladığını, domain ismi alabilmek için hem maddi hem manevi ne kadar zorluk yaşadığını, şirketin kendisiyle birlikte 4 kişinin içinde çalıştığı ilk ofisinin sadece 12 metrekare büyüklükte olduğunu, ebebek.com’da alınan ilk siparişin verdiği o büyük heyecanı, ilk fiziki mekânı, bugün gelinen noktada ebebek.com’un artık 5000 metrekarelik bir fiziki alana sahip olduğunu büyük bir keyifle anlattı.
Bununla birlikte bu konuşmanın ardından benim kafama bazı sorular takılmıştı. Konuşmasında geçen “…En büyük hayalimiz 5 yıl sonra 5000 metrekare fiziki alana sahip olmaktır…” cümlesi aklımdaki soru işaretlerinin ortasında durmaktadır. Açıkçası click olarak yani internet üzerinden ticaret yapan bir firmanın brick olması yani fiziki bir mekâna da sahip olması hiç şüphesiz zorunlu bir gereksinimdir. Hem müşterilerin ebebek diye bir şirketin gerçekten varolduğunu gözleriyle görmesi buna inanması için, hem de sorunlarına gerçek bir muhatap bulabilmeleri açısından önemlidir fiziki mekân. Bununla birlikte bu fiziki mekân işinin abartılarak mağazacılığa doğru gitmesi kanaatimce e-ticaretin mantığıyla ters düşmektedir. Çünkü işin fiziki mekân boyutuna verilen önemin artması kafaların o yönde yoğunlaşması demektir ve bu durum asıl iş olması gereken web tabanlı satışın bir nebze göz ardı edilmesine sebep olabilir. Halil Bey’in bundan sonraki hedeflerinin 50.000 metrekarelik bir mağaza, daha sonrasında ise 500.000 metrekarelik dev bir baby-land açmak olduklarını söylemesi de “Acaba ebebek.com geniş bir müşteri kitlesine ulaşmak ve mağazalaşmak için bir araç olarak mı kullanılıyor?…” sorusunu da beraberinde getiriyor. Çünkü e-ticaret yapan bir firmanın gelir modelinin tam orta yerinde dev gibi alışveriş merkezleri kıvamında mağazalar açmak olmamalı diye düşünüyorum. Bunun yerine verilecek uğraşının Türkiye ve Dünya’daki Web 2.0 gelişimlerini incelemek ve Ebebek.com’u kendi alanında Türkiye’nin kült sitelerinden biri haline getirmek yolunda olması gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte konuşmasının ardından kendisine bu yönde ilettiğim eleştirel düşüncelerime cavaben kesinlikle ebebek.com’un araç olarak kullanılmadığını, tam tersine ilerleyen dönemde ebebek.com’da çok farklı uygulamalara gideceklerini belirtti Halil Bey. Diğer bir konu da Halil Bey’in domain ismine son derece yüksek bir bedel ödeyerek bebekle ilgili tüm domainleri (bebek.com, bebek.net…v.b.) satın aldığını, domain isminin son derece önemli olduğunu söylemesiydi. Bu noktada da yine şunu belirtmek gerekir ki, e-ticarette önemli olan şey akılda kalan domain isminden ziyade, arama motorlarında ilgili konuda üst sıralarda yer alabilmektir. Yani arama motoru optimizasyonudur. Yatırımlar bu yönde yapılmalıdır…

Digg.com, Del.icio.us, Flickr.com ve Bilginin Değişen Yüzü: Web 2.0

Öncelikle yukarıda ismi geçen 3 siteyle ilgili konuşmaya geçmeden Web 2.0’ı kısaca tanımlamakta fayda görüyorum. Web 2.0, adı ilk defa 2004 yılında yapılan O’Reilly ve MediaLive International tarafında organize edilen, web dünyasının başını çeken önemli şirketlerinde (Google, Yahoo, Msn, Amazon, Ebay…) katıldığı konferansta anılan, ama net bir tanımı yapılamayan yeni çağın bilişim ve internet düzenidir. Kısaca tanımlamak gerekirse, “bilginin son kullanıcı tarafından sadece tüketilmesi değil, hem üretilmesi hem tüketilmesi” anlamına gelmektedir Web 2.0. Burada son kullanıcı dediğimiz kişi bilgisayarının başında internet ortamında surf yapan kişidir. Eskiden internette surf, sadece önceden tasarlanmış ve içeriklenmiş statik sayfaların ziyaret edilmesi, varsa alt sayfalara inilmesi ve ihtiyaç duyulan bilgilerin edinilmesinden sonra sitenin terk edilmesi şeklinde yapılırdı. Yeni anlayış çerçevesinde ise herhangi bir son kullanıcı ilgili siteye girip oraya belirli bir konu ile ilgili düşüncelerini yazabilmekte, resim müzik video gibi medya bileşenlerini paylaşabilmektedir. Bloglar sayesinde hiçbir web tasarım bilgisine ihtiyaç duymadan kolayca kendi sayfalarını oluşturabilmektedir. Bu ise Web üzerindeki bilginin üstel biçimde artmasına imkân vermekte ve Web’e daha organik ve dinamik bir nitelik kazandırmaktadır.
Şimdi başlıkta geçen 3 site bu anlamda Web 2.0’ın öncüleri niteliğindedirler. Öncelikle digg.com’u inceleyelim. Digg giriş sayfasında da tanımlandığı gibi tamamen kullanıcıların ilgi duydukları haberleri bu sitede link vermek suretiyle paylaştıkları organik bir haber sitesidir. Kullanıcılar bu sitede kendi ilgi duydukları haberlere link verebildikleri gibi ayrıca diğer kullanıcıların da haberlerini oylayabilmekte, yorumlayabilmekte, e-mail olarak gönderebilmekte ve bloglarına alabilmektedirler. Ayrıca bu sitede sadece yazılı metin haberlere değil videolara da link verilebilmektedir.
Bu yazımızda incelediğimiz ikinci site, del.icio.us yine Web 2.0’ın mantığına uygun önemli örnek sitelerden biridir. Bu site temel olarak bizim Internet Exporer’ımızda sık ziyaret ettiğimiz sitelere kolay erişim sağlamak için kullandığımız “Sık Kullanılanlar” modülünün işleyine benzemektedir. Tek fark bu kullanıcıların sık ziyaret etkileri sitelerden online olarak herkesin haberinin olmasını sağlamaktır. Bunun için kullanıcı ilgili sitenin linkini vermekle birlikte onu bir de etiketlemektedir. Bu işleme tagging ya da folksonomy denmektedir. Böylece kendiliğinden birçok başlık oluşmakta ve herhangi bir kullanıcı bu başlığa tıklayarak konuyla ilgili birçok internet sitesinin linkine ulaşabilmektedir.

Son olarak inceleyeceğimiz flickr.com sitesi kullanıcıların kişisel fotoğraflarını upload edip diğer kullanıcılarla paylaşabildikleri yeni nesil Web 2.0 uygulamalarından biridir. Bu site de yine folksonomy adına güzel bir örnektir. Etiketleme sayesinde ilgili başlıkta birçok resim gruplanmakta ve konuyla ilgili resim arayan tüm internet kullanıcılarının işini kolaylaştırmaktadır. Bu site Yahoo şirketlerinden biridir.

Perşembe, Şubat 22, 2007

Nokia YouTube ile Anlaştı

Barcelona'da düzenlenen 3GSM kongresinde açıklama yapan Nokia'nın CEO'su Olli-Pekka Kallasvuo, Nokia'nın yeni nesil N serisi modellerinin bundan böyle "Nokia Video Center" modülünün sahip olduğu RSS okuma özelliği sayesinde internet tabanlı videolara daha kolay erişim sağlanabileceğini belirtmiş. Nokia'nın CEO'su bu anlamda Nokia'nın ilk küresel iş ortağının YouTube olduğunu ifade etmiş. Bu ortaklık çerçevesinde ise YouTube yakın zamanda mobil cihazların erişebileceği bir mobil video sitesi açacakmış. Bu sitenin AVC formatını destekleyecek olması videoların tekrar tekrar rahatlıkla izlenebilmesini sağlayacak. (İşin en güzel yanı da bu olacak...)

Çarşamba, Şubat 21, 2007

Touareg, Boeing 747'yi çekti.(Yuh Artık:)

"Volkswagen Touareg'i nasıl bilirsiniz ey cemaat ?" diye bi soru sorulsa, en güçlü modelinin 313 beyir gücünde maksimum 3500 kg çekebilen V10 TDI (Turbo Diesel Intercooler) motora sahip olduğunu, sınıfının iyi araçlarından biri olan makul bir 4 x 4 olarak ifade edebiliriz. Bununla birlikte artık bu araç tarihe 155 tonluk Boeing 747'yi çeken SUV olarak geçmiş durumda. Peki bu nasıl oldu?
Volkwagen'in resmi sitesinde belirtildiğine göre önce araca ağırlık eklenerek ağırlığı 2685 kg'dan 7030 kg'a çıkartılmış. Daha sonra ön dingile, V10 TDI şanzımanı yerine Touareg V8’in daha kısa şanzımanı entegre edilmiş. Lastiklerindeki hava basıncı 4.5 bara yükseltilmiş. Son olarak lastikleri korumak için azami hızı sınırlandırılmış. Bunun dışında motor ve şanzıman sistemi başta olmak üzere bütün diğer unsurlar seri üretim modellerle aynı tutulmuş. Böylece Touareg hiç bir hasar almadan Boeing 747'yi 150 metre çekmeyi başarmış.
Herhalde bu tip araçlar için daha iyi bir pazarlama yöntemi olamaz. Volkwagen'in artık yeni bir sloganı var: "Bazılar yalnızca 4 çeker bazıları ise Boeing 747!... ". (Bilmeyenler için: Touareg "çöl şovalyesi" demektedir...)

Pazartesi, Şubat 19, 2007

Tek Taraflı Dünya Düzeni: (Vahşi) Kapitalizm

Kim demiş bütün insanlar eşittir diye? Hayır yok öyle bir şey. Bütün insanlar beyin olarak eşit olsa bile bunu kullanabilme yeteneği noktasında bile farklılaşırlar. “Fırsat eşitliği” jargonu ise bu yüzden anlamsız kalmaktadır. Bu yüzden ideal Dünya düzeni tüm insanların aynı şartlara sahip olması demek değildir. Buna “tek katmanlı eşitlik” (ya da eşitsizlik) diyelim. Öte yandan eğer söz konusu olan şey insan toplulukları ise (mesela milletler ya da millet olma potansiyeline sahip diğer topluluklar) o zaman mutlak suretle bu topluluklar eşit olmalıdır. Yani en bilinen tabiriyle: SÖMÜRGEYE HAYIR!!! Buna da “çok katmanlı eşitlik” diyebiliriz.
Şimdi işin özü Dünyanın şu anda içinde bulunduğu durumun fena halde canımı sıkmasıdır. Peki n’oldu da Dünya bu hale geldi? Eskiden Dünya çok büyük bir yerdi. Kimse kimseyi tanımazdı, tacirler ve askerler dışında…Sonra birileri İngiltere’de buhar makinesini üretim süreçlerinde kullanmayı akıl etti. Yaşasın! Artık o birileri daha çok üretebilecekti. Böylece daha çok insan o ürünlerden faydalanabilecekti. Bu iyi bir şeydi. Çünkü sınaî ürünler tarım ürünlerinden çok daha fazla çeşitliydi, kullanışlıydı vs. vs. vs. (Düşünsenize makarna ve hazır çorba olmadan hayat biz öğrenciler için daha zor olabilirdi:)
İyi de üretimin mantığı belliydi; Fabrikanın arka kapısından bir şeyler girmeden ön kapısından bir şeyler çıkamazdı. E arka kapıdan girecek o şeylerin de eldeki miktarı belliydi ve bir sınırı vardı. Gün gelecekti ve bu birileri ellerindekini bitirecekti. Çünkü iktisadın en temel kuramına göre hiçbir kaynak sınırsız değildi ve kullandıkça azalan ve sonunda da biten şeyler di bu kaynaklar. Sonra n’oldu? Bu birileri ellerindekiler bitince fabrikalarını kapatmadılar tabii ki. Kapatamazlardı çünkü. Çünkü kendilerince bir sürü haklı nedenleri vardı (Bazıları gerçekten çok doğruydu.). Sonra tüm bu nedenlere dayanarak yeni kaynaklar, hammaddeler bulabilmek için başkalarının topraklarına göz koyma hakkına sahip olduklarını zannettiler. Hem sonra, göz koydukları topraklar çok zengindi (öyle ki topuğumu vursam petrol fışkıracak diyecek kadar da ağızlarının suyu akıyordu, altının rengi gözlerini kamaştırıyor, kömürün rengi ise ruhlarını ve kalplerini karartıyordu…) ve bu topraklarda yaşayan insanlar onlara göre çok ilkeldi, bu topraklarda yaşamayı hak etmiyorlardı. Artık batı gözünü doğuya dikmiş ve hırlamaya başlamıştı. Dünyanın çivisi çıkmak üzereydi. İşte filmimiz tam da burada koptu…Batı artık silahını bulmuştu: Sömürme, yani yeni adıyla Kapitalizm.
Aslında kapitalizm sermaye taraftarlığı demektir ve teoride çok iyi bir şeydir. Çünkü rekabet olanağı yani eşitlik sağlar, kaynak israfını önler. Sırf bu nedenle iktisadın en büyük sorunsalına cevap olabilecek niteliktedir. Ayrıca bir ülke eğer sanayileşmek istiyorsa, o ülkede bir fabrikanın kurulabilmesi için elbette birilerinin o fabrikayı kuracak paraya sahip olması gerekir. Yani sermayenin yoğunlaşması gerekir. Bu yüzden de kapitalizm iyi bir sistemdir.( “Peki, illa fabrika kurmak için birilerinin zengin olması gerekir mi?” sorusunun cevabını daha sonra vereceğim.) Bununla birlikte pratikte işler öyle yürümemektedir. Dünya üzerinde sermayenin dağılımına baktığımızda inanılmaz bir eşitsizlik göze çarpmaktadır. Ayrıca kapitalizm teoride sanıldığı gibi rekabet olanağı sağlayıcı değil tekele meyledici bir niteliğe sahiptir. Çünkü sermaye sahipleri her zaman en büyük ve tek büyük olmak isterler, her zaman daha çok satmak isterler. Dikkat edildiğinde kolayca görülecektir ki tüm çabaları bu yöndedir. Bunun örnekleri vermekle bitmez. Ama adettendir, bi Microsoft’u, bi Coca-Cola’yı, bi Danone’yi burada ifade etmeden geçmeyelim. Peki kaynak israfını engelliyor mu bu kapitalizm? Tabii ki engellemiyor, hatta artırıyor. Kaynak diyince doğal kaynakları hatta en temellerinden hava ve suyu da anlayalım. Bugün küresel ısınma Dünyanın en büyük sorunuysa bunun en büyük sebebi de düzensiz ve duyarsız sanayileşme şeklidir. Çünkü fabrikanın bacasına ve atık su borusuna filtre takmak masraflıdır ve bu yüzden gereksiz bir şeydir. Hem CO2 emisyonu da nerden çıktı? Çevreyi kim takar? Kapitalizmin takmayacağı kesin. Takmamaktadır da. Bugün hayati öneme sahip Kyoto Protokolüne imza atmayan en büyük ülke aynı zamanda Dünyanın en kapitalist ülkesi ABD’dir. Yani kısacası Dünya kaynakları adil ve duyarlı bir şekilde kullanılmadığı için bir taraf zenginlik içinde yüzerken, bir taraf açlıktan, hastalıktan kırılmaktadır. Yani çok katmanlı eşitlik gerçekleşmemektedir. Peki bu hak mıdır, reva mıdır?...

Yani bu kapitalizm kötü bir şey mi amca?

Son olarak şunları yazmak istiyorum. Kapitalizm kanaatimce ölü doğmuş bir sistemdir. Vazgeçilmeli midir? Tabii ki hayır, çünkü o zaman alternatif sunmak gerekir ve Dünya üzerinde şu anda daha iyi bir sistem yoktur. Zaten işin otoriteleri de kapitalizmi kötünün iyisi bir sistem olarak nitelemektedir. Aslında daha iyi bir sistem vardır, onu da sonraki yazımda aktaracağım.

Tüm insanlığın bu küçük ve yaşlı Dünyamızda daha huzurlu bir şekilde yaşaması dileğiyle…

Perşembe, Şubat 15, 2007

Transformers için geri sayım başladı.

Çocukluğumuzun unutulmaz çizgi filmi nihayet beyazperdede. Steven Spielberg’in film haklarını satın almasıyla Hollywood’u bir anda hareketlendiren filmin yönetmenliğini ise Michael Bay üstleniyor. Spielberg’in yoğunluğu nedeniyle projeyi Bay’e devrettiği belirtiliyor. Film DreamWorks ve Paramount ortak yapımı olarak gösterime girecekmiş.
Daha önce animasyon olarak gösterilen 90’ların efsane çizgi filmi bu kez yoğun görsel efektler ve ayrıntıların bolca işlendiği bir sinema filmi şeklinde hazırlanmış. Filmin gösterim tarihi ise Amerikalıların kurtuluş günü olarak kutladıkları 4 Temmuz 2007 olarak kararlaştırılmış. Görünen o ki film şimdiden yaza damgasını vuracağını belli ediyor…