Salı, Nisan 24, 2007

Pilli Network

Pilli Network, Pilli.com, bir kaç tane komunite sitesini (hafif.org, irfanyuvasi, chatkapi, sokakkopekleri, smsim.com, bildirgec) bir çatı altında bulunduran bir internet şirketi. Bunlar içerisinde en bilineni bildirgec.org. Bildirgec.org Web 2.0 adına güzel bir yerli uygulama. Web 2.0'ın tagging gibi bilindik major karakteristiklerinin çoğu sitede mevcut. Bunun haricinde bir de 2006 Haziran'ında kurulan sosyomat sitesi mevcut. Sosyamat kuruluşunun daha ilk 4 ayında 25.000 üyeye ulaşarak ilgileri arasında fenomen olmuş bir site.

Bu tip comunity uygulamalrının en büyük handikapı üyeler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesidir. Ayrıca içerik taramanın zorluğu da cabasıdır.


Pilli.com için SWOT Analizi:


Güçlü Yanları


1-) Yüksek üye sayısı
2-) Sektörün öncüsü olması
3-) Yenilikçi olması

Zayıf Yanları

1-) İçerik Tarama
2-) Geç Açılma

Fırsatlar

1-) Komunite Sitelerine İlginin Gittekçe Artıyor Olması

Tehditler

1-) Yasal Sorunlar ve Sıkıntılar

Salı, Mart 27, 2007

Hepsiburada.com ve Zorlu Tedarik Süreci

Bu hafta Salı günü e-ticaret stratejileri dersimizin konuğu Hepsiburada.com’un kurucu ortağı Kaan Dönmez idi. Kaan Bey bize Hepsiburada.com ve onun zorlu tedarik zinciri sistemini anlattı.
Hepsiburada.com, temel olarak elektronik cihazları internet üzerinden satan bir sitedir. Site ilk başta 5 ortak tarafından kurulmuştur. Daha sonra büyüme için finansmana ihtiyaç duyduğundan % 80 hissesi Doğan Yayın Grubu’na satılmıştır. Bu finansman açısından iyi bir gelişme olsa da sitenin diğer yayın kuruluşlarında çıkan haberlerinin birden kesilmesine sebep olmuştur. Aynı zamanda firma politikası gereği Doğan Grubu’nda da öyle boy boy haberleri çıkmamış sitenin. Bu da Hepsiburada.com’u reklam açısından kötü bir konuma getirmiştir. Hepsiburada.com iş süreçlerinin finansmanı açısından ilk başlarda oldukça riskli bir yapıya sahipmiş. İşletme sermayesi, yapılan işin parasal hacmine göre çok çok düşük kaldığı için, gelirleri giderlere bağlamak gibi bir riske girmek zorunda kalmış. Yani bugün mesela 1 ay vadeli olarak 10.000 YTL borçlanıldığını varsayalım, eğer bir ay sonra satışlar 10.000 YTL’nin altında kalırsa şirket batar.
Bununla birlikte işler yolunda gitmiş ve Hepsiburada.com 2006’da 57 M $ satışlardan, 2 M $ da reklâmdan olmak üzere 59 M $ ciro elde etmiştir.
Hepsiburada.com hem sattığı ürünlerin bedelinin yüksek olması itibariyle hem de e-ticaretin doğasına aykırı olduğu için öyle yüksek miktarlarda stoka girmemektedir. Bu da Hepsiburada.com’un yakın zamana kadar tedarikçileriyle çokça sorun yaşamasına sebep olmuştur. Şöyle ki normal bir elektronik cihaz satıcısı, mesela Teknosa bir laptop modeli için o modelin ithalatçısı olan firmaya 50 adet sipariş verirken, Hepsiburada.com aynı ithalatçıya iş modelinin gereği olarak 50 ürün modelinden 1’er tane sipariş vermek durumundadır. Bu da ithalatçı açısından alışılmadık garip bir durum ortaya çıkarmaktadır. Herhalde bir ithalatçının bu isteğe vereceği cevap “dalga mı geçiyosun kardeşim!” şeklinde olacaktır. Nitekim ilk başlarda öyle de olmuştur. Hatta ithalatçı ilgili modelde önceden söz vermesine rağmen, “ Biri acil 60 tane istedi ona gönderdim…” bile demiştir. Bu yüzden Hepsiburada.com ilk başlarda çok sıkıntı çekmiş, tedarikçinin vurdumduymazlığı yüzünden birçok siparişini zamanında yetiştirememiştir. Bu gün gelinen noktada Hepsiburada.com büyük olmanın avantajıyla tedarikçileriyle daha sağlam anlaşmalar yapabilmektedir.
Hepsiburada.com’un yaşadığı bir diğer sıkıntı satılan malların ulaştırılmasıyla ilgilidir. Satılan malların çok hassas elektronik eşyalar olması, öte yandan bunları taşıyan kargo elemanlarının yeteri kadar hassas davranmaması neticesinde bu mallar daha kargodayken kullanılamaz hale gelebilmektedir. Ayrıca ürünler kargoda kaybolabilmekte ve bu yüzden müşteriye çok geç gidebilmektedir. Bu yüzden şirket söz verdiği süre içerisinde elinde olmayan nedenlerden ötürü ürünleri teslim edememekte ve bu da son kullanıcı açısından Hepsiburada.com’un marka imajını zedelemektedir.
Kaan Bey bu durumu “Kargo şirketleri tek noktadan çok malı tek noktaya götürmeye alışık, tek noktadan çok malı çok noktaya dağıtma işini, daha çok iyi kavrayamadılar.” diyerek açıklamaktadır.
Hepsiburada.com’un şu anda 1.5 milyon civarında üyesi, 700.000 civarında aktif müşterisi bulunmaktadır. Ziyaretin alışverişe dönme oranı % 2-3 civarındadır. Siparişte sorun çıkma oranı % 30 civarındadır.

HEPSİBURADA.COM İÇİN SWOT ANALİZİ

Güçlü Yönleri:

1- Pazar lideri olması
2- Yüksek trafik
3- Doğan Holding’in çatısı altında olması
4- Zengin ürün çeşidi
5- Düşük fiyat
6- Yüksek kar marjı

Zayıf Yönleri:

1- Yanlış ürün teslimatının sık olması
2- Teslimat gecikmesinin sık olması
3- Ağdalı ürün resimleri
4- Satış sonrası hizmetin sorunlu olması
5- Finansal pozisyonunun çok güçlü olmaması

Fırsatlar:

1- İnternetten alışveriş yapma oranının artması
2- Broadcast imkânlarının artması
3- Tedarik zincirinin giderek bu işte daha çok tecrübe kazanması

Tehditler:

1- Sektörde bir birliğin olmaması
2- Kaçak ürün satan siteler
3- Açık artırma yapan 2. el ürün siteleri (Gittigidiyor.com gibi)

Cumartesi, Mart 24, 2007

Bilişimde ERP’den ESB’ye Giden Yol ve Servis Odaklı Mimari (SOA)

Bilişim dünyası bu yolu çok hızlı katetmiştir. Çünkü kurumların, firmaların ve diğer örgütlerin ellerindeki bilgi yığınları o kadar büyümüştü ki artık kağıtla kalemle verileri anlamlı bilgilere dönüştürmek ve işletmelere yukarıdan her şeyini görebilecek şekilde bakmak neredeyse imkansızlaşmıştı. Böylece bilişim kavramı (ya da sorunu) ortaya çıktı, yani bilgi iletişimi ya da bilginin iletimi.
Bu bilgi dağlarını yönetebilmek için önce mainframe’ler ortaya çıktı. Bunlar böyle dev gibi bilgisayarlar olarak düşünülebilir. Bu yapımı milyonlarca dolara mâl olan bilgisayarların amacı bir işletme çatısı altında farklı bilgi işleme terminallerinin aynı anda işlem yapabilmesine imkan vermekti. İlk istemci – sunucu örneği olan bu sistemler merkezi programlama mimarisiyle çalışıyorlardı. Yani bu dev bilgisayarların içinde paralel çalışan bilgisayarlar (işlemciler) vardı ve dışarıdan gelen işlem istekleri bu bilgisayarlara dağıtılıyordu. Bütün işlemler bu ana makinenin (mainframe) içinde yapılıyordu. Bu sistemde istemcilerin işlem yapma yeteneği çok çok azdı.
Derken çok daha ucuza mal olan client server (C/S) sistemleri ortaya çıktı. Bu bilişim dünyası adına 2. devrimsel değişimdi. Değişim devrimsel olmasının sebebi ise C/S sistemi mainframe’e göre istemci bilgisayara daha çok iş bırakan dağıtık programlama mimarisiyle çalışması, böylece ana makinenin iş yükü oldukça azaltıldığı için ana makinelerin inanılmaz güçlü büyük manframe’ler gibi olmasına gerek kalmamasıydı. Bu da C/S sistemlerin mainframe’lerden çok daha ucuz sistemler olması sağlıyordu. Herkesin dilinde olan server (sunucu) kelimesi de bu sistemlerin ortaya çıkmasıyla bayağa bi popüler olmuştu. Server basit anlamda işlem yapma ve depolama kapasitesi artırılmış bir pc olarak düşünülebilir.
Bu sistemle birlikte bugün dünya üzerinde işletmelerin çok büyük bir kısmının vazgeçilmezi olan Kurumsal Kaynak Planlama yani ERP yönetim sistem yazılımları da ortaya çıkmış oldu. C/S dönemi aslında 2 dönemlidir. Birinci dönemde file server dediğimiz sistem yapısı söz konusudur. Bu yapıda programın bütün kullanıcıları (bütün terminaller) yazma, silme, kayıt etme, izleme, raporlama gibi bütün yetkilere sahipti ve terminallerde yapılan her işlem doğrudan ana makinenin veri tabanı üzerine yapılıyordu. Üstelik bir elektrik kesintisi yaşandığı zaman da doğrudan ana kayıtların silinmesi ihtimali vardı. Bu yüzden file server sistemler son derece riskliydi. Sonra bu sistem revize edilerek client server sistemler ortaya çıkarıldı. Bu sistemlerde ERP yazılımlarının yanında bir de yetkilendirme modülü vardı. Böylece sistemin her kullanıcısı sadece kendisiyle ilgili yönetim modüllerini görebiliyor ve sadece kendisine verilen yetki kapsamında işlem yapabiliyordu. Bugün dünya çapında hala dağıtık programlama mimarisiyle çalışan bu ERP sistemleri hüküm sürmektedir.
Bununla birlikte bilişimin bugün geldiği noktada artık servis odaklı mimari (Service Oriented Architecture – SOA) diye bir şey konuşuluyor. Peki nedir bu SOA? SOA üzerine yapılan tanımlar çok soyut olmakla birlikte, burada basitçe ifade edecek olursak; işletmeler son zamanlarda iş süreçlerinin karmaşıklaşması ve BT kullanımlarının artmasıyla bir çok yazılı bir arada kullanmak zorunda kalmışlardır. Örneğin satış yapan bir firma mobil satış otomasyonu için bir program, CRM faaliyetleri için başka bir program, web portalı üzerinden tedarikçileriyle iletişim kurmak için başka bir program kullanıyorsa tedarikçinin sahadaki satış elemanına göre stok düzeylerini ürün bazında ayarlaması için bu yazılımların birbiriyle iletişim kurabilmesi, konuşabilmesi gerekir. Bu ihtiyaç için bugün firmalar çeşitli entegrasyon modülleri kullanmaktadırlar. Bununla birlikte entegrasyon modülleri milyarlarca veriyi çift yönlü olarak iki program arasında birbirinin diline çevirmek zorunda oldukları için çok hantal kalmakta ve sürekli sorun çıkarmaktadırlar. İşte bu yüzden, bu farklı platformlarda çalışan programları birbiriyle daha sağlıklı konuşturabilmek için servis odaklı mimari kavramı ortaya atılmıştır. SOA, klasik “bir iş süreci için bir modül” kavramından ziyade daha çok “bir iş süreci için ortaklaşa çalışan bir çok modül (servis)” mantığına dayandığı için adına servis odaklı denmiştir. Bu sistemin en güzel yanlarından biri büyük büyük iş modüllerinden ziyade daha kompakt çalışan birbiriyle rahatça iletişim kurabilen servis yapıları sunmasıdır. Bu mimarinin işletmelere uygulanmasıyla da Enterprise Serive Bus (ESB) kavramı ortaya çıkmıştır. ESB, işletme içerisinde kullanılacak servislerin bir standardının olması gerektiği mantığından doğmuş bir kavramdır.
SOA öyle alınıp hemen firmanın bilgisayarlarına kurulabilecek bir ERP programı değildir. Daha çok bir uygulama platformudur. Yapılacak uzun dönemli stratejik planlar doğrultusunda işletmenin bütün ihtiyaçlarının, bütün iş süreçlerinin iyice analiz edilip bu işleri yapacak servislerin tasarlanması şeklinde uzun soluklu bir süreçtir. SOA aslında bugün daha çok bilişimin web tarafında gelişen e-ticaret iş süreçlerini sağlıklı bir biçimde BT’nin çatısı altına almak için ortaya çıkmıştır desek yanlış olmaz.
Bugün dünyada bu işin öncüleri olarak IBM WebSphere, SAP NetWeaver, BEA Weblogic ürünleri konuşulmaktadır. Bu ürünlerin üçü de J2EE (Java 2) platformunu kullanmaktadırlar…

Pazar, Mart 18, 2007

Gittigidiyor yok mu artıran…

Şimdi çok eski zamanlardan günümüze gelen açık artırma müzayedelerini bilirsiniz. Kalabalık bir salon olur, kürsünün olduğu yerde de sehpa üzerinde bir ürün olur. Muhtemelen bu ürün az bulunur bir antika ya da sanat eseridir. Bu ürün satılık olduğu için ordadır. Sonra açık artırma başlar “Yok mu artıran…”. Salondakiler, ellerindeki tabelayı havaya kaldırarak oyuna dâhil olurlar. Tabelanın her kaldırılışı, belli bir fiyat artırma miktarı kadar ürünün fiyatının artmasına sebep olur. Böylece ürün en son kaldırışı yapan kişide kalır…
Bu çok eski ve bir anlamda dünya çapında gelenekselleşmiş ticaret yöntemini günümüz internet teknolojisiyle birleştirmeyi Ebay diye bir firma akıl ederek internet dünyasında devrim yaratmıştır. Bu iş modelini Türkiye’de uygulamaya başlayan ilk firma ise Gittigidiyor.com şirketi olmuştur. İşte geçen hafta Salı günü e-ticaret dersimizin konuğu Gittigidiyor’un kurucu ortağı Burak Bey’di. Burak Bey, bize aynı Ebay’in dünyada bir fenomen olması gibi Gittigidiyor’un Türkiye’de nasıl fenomen olduğunu anlattı. Kolay değil tabii, Gittigidiyor.com ayda 4,5 milyon kişilik bir trafiğin sahibi.
Gittigidiyor 2001 yılında kurulmuş. Her başarı hikayesinde olduğu gibi kurucular başta maddi anlamda çok zorluklar yaşamışlar. Bugün ise sektöre yön veren lider firma konumuna gelmişler.
Gittigidiyor’un iş modeline biraz bakacak olursak; yukarıda bahsettiğim gibi bu site özünde açık artırmayla ürün satışının yapıldığı bir site. Bu sitenin bir yanında satıcılar var, diğer yanında da alıcılar var. Gittigidiyor buluşturucu, aracı, ticaretin güvenliğini sağlayıcı konumlarında. Elindeki ürünü satmak isteyen satıcı bu siteye geliyor. Satmak istediği ürün 1. el de olabilir, 2. el de. Sonra bu sitede ürününü sergilemeye başlıyor. Diğer taraftan o ürünü almak isteyen alıcılar da siteye geliyor. Sonra belirli bir taban fiyat üzerinden açık artırma başlıyor. Biri ürünü almaya hak kazandığında önce ödemeyi yapıyor ama bu ödeme satıcıya hemen ulaşmıyor. Ticaretin güvenliğinin sağlanması açısından Gittigidiyor, mal alıcıya ulaşana kadar parayı bloke ediyor. Sonra satıcıya, alıcının parayı ödediğine dair bilgi iletiliyor. Alıcı, malı teslim aldığına dair bilgiyi Gittigidiyor’a ilettiği anda para serbest bırakılıyor. Böylece iş modelinin döngüsü tamamlanmış oluyor. Paranın bloke edilmesi, siteyi ebay’den ayıran önemli bir farklılık, üstelik Türkiye’ye çok uygun bir uygulama…
Peki, Gittigidiyor bu işten ne kazanıyor? Alıcıların ürünlerini listelemesinin karşılığı olarak bir listeleme ücreti, artı gerçekleşen ticaret üzerinden % 10 komisyon artı reklâm gelirleri.
Son olarak tüm bunların dışında Gittigidiyor’un bir de Google Adsense benzeri bir uygulaması var. Gittigidiyor bu proje kapsamında sitesindeki ürünlerle ilgili sitelerde reklam veriyor ve bu reklama tıklayarak gelen kişi başına üzerinden geldikleri siteye ödeme yapıyor. Bu, Gittigidiyor’a kurumsal kimlik kazandıran, aynı zamanda kendi lehine ciddi bir trafik artışı sağlayan önemli bir uygulama…

GİTTİGİDİYOR.COM İÇİN SWOT ANALİZİ

Güçlü Yanları:
1.
Pazara ilk giren firma.
2. Parayı bloke etme uygulamasının hem alıcıya hem satıcıya güven vermesi
3. Yaratılan yüksek trafik
4. Zengin ürün çeşidi

Zayıf Yanları:
1. Yüksek komisyon ücretleri. Bu pazara yeni girecek firmalar açısından rekabet sıkıntısı doğurabilir.

Fırsatlar:
1.
İnternetten alışveriş istatistiklerin pozitif yönde artması
2. Pozitif WOM

Tehditler:
1. Ebay’in Türkiye pazarına girmek için fırsat kolluyor olması.
2. Diğer firmalar açısından da pazara girmenin çok kolay olması.

Çarşamba, Mart 14, 2007

İnternetin sunduğu alternatif reklam yöntemleri: The Pirelli Film

Artık günümüzün reklam anlayışı klasik görsel ve yazılı medyayı kullanmanın çok ötesine geçmiş durumda. Alternatif reklam yöntemlerinde artık oldukça ustalaşan şirketlerden biri de Pirelli. Pirelli bu işi o kadar güzel kavramıştır ki, bu gün dünya üzerinde bir çok kişi tarafından bilinen pirelli takvimleri ciddi bir fenomen olmuştur. Bir çok kişi "acaba bu yıl hangi ünlü model pirelli kızı olacak" diye beklemektedir. Tabii bu işten hiç şüphesiz en çok kazanan da pirelli olmaktadır. Şimdi aşağıda Pirelli'nin bu konuda denediği farklı bir proje var: Bir senaryosu olan, bir cast ı olan, kısa metraj film kıvamında çekilmiş 2 reklam filmi. Pirelli üstelik bu filmleri kendi bünyesinde kendi şirketi olan Pirelli Film'e yaptırmakta. Bu filmler tamamen internet üzerinden yayılıyor. İnternetin bu yöndeki gücünü gören ilk firma BMW idi. İnternetin broadcast imkanları arttıkça sanırım buna benzer bi çok değişik çalışmayı göreceğiz.
BMW bu konuda reklam yapma geleneğini hala sürdürüyor. Bu filmler hem de hiç yabana atılacak cinsten değil, yönetmenliği John Woo gibi isimlerin yaptığı filmler bunlar. John Woo, Mission Impossible 2'yi çeken yönetmendir desem heralde bu filmleri izlemeden önce ışıkları kapatıp patlamış mısırlarımızı da elimize almak sanırım çok garipsenmeyecektir....


Pazar, Mart 11, 2007

Yemeksepeti.com'un Sepetindekiler...

İşte tam bir başarı hikâyesi… Çok zor şartlara rağmen ideallerinden vazgeçmemiş, bu uğurda savaşmış ve kazanmış bir adamın hikayesi… Yemeksepeti.com’un kurucu ortağı ve bu orijinal fikrin sahibi Nevzat Aydın sepetin içindekileri anlatmak için geçen hafta Salı günü e-ticaret dersimizdeydi.
Hikâye San Francisco’da başlıyor. Nevzat Bey Boğaziçi Bilgisayar Mühendisliğini bitirip master için Amerika’ya gidiyor. Sonra tam eğitiminin ortasında, aklına internet üzerinden paket servis yapma fikri düşüyor. Fikir o kadar ağırlaşıyor ki, dayanamayıp masterını yarıda bırakıyor ve Türkiye’ye geri dönüyor. Yıl 2001. Sonra okuldan iki arkadaşına kafasındaki fikri anlatıyor. Onları ikna ediyor. Bu iki arkadaşı Yemeksepeti için kendi işlerini bırakıyorlar ve bu üç kişi, üç silahşörler misali lokantaları gezmeye başlıyorlar. Fikirlerini anlatıyorlar, fikir basit; “ biz internet üzerinden sipariş alıcaz, size göndericez, siz de siparişi müşteriye göndereceksiniz, bize de size yönlendirdiğimiz sipariş üzerinden komisyon vereceksiniz. Sipariş yoksa komisyonda yok…”.
Gel gelelim internetten böyle bir iş yapmak 2001 Türkiye’sinde hâla çok ütopik. Nitekim lokantaları ikna etmek çok zor oluyor. Sipariş lokantaya nasıl iletilecek? Her lokantada bilgisayar mı olacak yoksa fax mı? Siparişi kim götürecek Yemeksepeti mi yoksa lokantanın kendisi mi? Her biri ayrı dert olan bunun gibi birçok sorun çözülüyor. “Bu en kolay kısmıydı” diyor Nevzat Bey, “Asıl iş müşteri yakalamak…”.
Yemeksepeti.com ilk önce Etiler, Levent, iş kuleleri civarında başlıyor servis vermeye. Bu arada Yemeksepeti 2 büyük krizden de nasibini alıyor herkes gibi. İlk başlarda siparişleri takip etmek için bizzat kendileri bilgisayarın başında akşama kadar nöbet tutuyorlar. Gerekirse Pazar sabahı saat 6’da iş yerine geliyorlar. İş azmi tabii.
Nevzat Bey; “bizim işin en kritik noktası motorculardır.” diyor ve başlıyor bizi gülmekten kırıp geçiren hikâyelerini anlatmaya. Bedava ikinci pizza kazanmak için kapıyı motorcuya açmayıp 30 dakikayı doldurmaya çalışanları mı aramazsınız, aşçısına kızıp servisin içine sigara izmariti basan motorcuyu mu aramazsınız, pizzanın çapını ölçüp 2 santimetre kısa geldi diye fotoğraflarını çekip Yemeksepeti’ne gönderen ve pi-rekareden kaybını hesaplayıp bunu isteyen müşterileri mi aramazsınız, her çeşit insan var Yemeksepeti’nin sepetinde. “ Ama olsun” diyor Nevzat Bey, “ Müşteri varsa, Yemeksepeti de vardır” diyor ve Yemeksepeti’nin en beğenilen özelliğini ifade ediyor. Kullananlar bilir, Yemeksepeti’nin en çok sevilen yanı gerçekten mükemmel bir müşteri hizmetlerinin olmasıdır. Mesela yemeğiniz geç geldi, ya da yanlış geldi. Bırakın telefonu, e-mail dahi atsanız 5–6 dakika içinde hemen Yemeksepeti’nden birileri sizi arayıp “Çok özür dileriz, lokantayla görüştük bir daha böyle bir şey olursa sonraki siparişiniz bizden” ya da duruma göre o gün verdiğiniz siparişinizi bile karşılayabiliyorlar. Bununla da kalmıyor ve ilgili lokanta ile iş ilişkilerini derhal kesiyorlar. Yani kısacası birçok şirket klişesinin aksine, Yemeksepeti gerçekten müşterilerine önem veriyor.
Yemeksepeti.com bugün yaklaşık1300 civarında lokanta ile çalışıyor. 600 civarında lokanta ise uygunsuz davranışlardan ötürü liste dışı bırakılmış. Liste dışı kalmak isteyen lokantanın çok değil 1 ya da en fazla 2 defa müşteriye geç ya da yanlış sipariş götürmesi yeterli. Yemeksepeti bu kadar disiplinli çalışan bir şirket. Rakamlara devam edersek, aşağı yukarı 240.000 kişi Yemeksepeti.com’a üye. Siteye girenlerden sipariş verme oranı % 41 gibi oldukça yüksek bir oran. Sitenin gelir modeli ise lokantaya iletilen sipariş üzerinden belirili bir oranda alınan komisyona dayanıyor. En beğendiğim istatistik ise bu siteden en çok sipariş veren kişinin tam 2341 (artı eksi 10 olabilir.) defa sipariş vermiş olması. Basit bir hesap yaparsak bu kişinin site açıldıktan sonra hemen her gün 1 defadan fazla sipariş verdiğini görürüz. Bu durum Yemeksepeti.com’un bir hayat tarzı olma yolunda ilerlediğini gösteriyor.Nevzat Bey’in söylediklerinden aklımda 3 şey kalacak: Birincisi yukarıdaki sipariş sayısı, ikincisi dünyanın en zor işlerinden birinin aç insanlarla çalışmak olduğu, üçüncüsü ise geleceğin parlayacak sektörlerinin gıda ve eğlence olacağı…

Salı, Mart 06, 2007

Bilginet: E-ticaret’i Ayağınıza Getiren Çözümler…

Evet Bilginet (Hemenal) bir e-ticaret firmasından ziyade daha çok e-ticaret yapan firmalarla ticaret yapan bir şirket. Bu şirketin faaliyet gösterdiği sektör, e-ticaretin yarattığı yeni sektörlerden bir tanesi. Yaptıkları şey, e-ticaret yapmak isteyen ama web tasarımı bilgisine sahip olmayan girişimcilere e-ticaret paketleri tasarlayıp satmak. Yani siz para verip bir domain ismi satın alıyorsunuz, sonra Bilginet’e gidip internet üzerinden yapmak istediğiniz işi anlatıyorsunuz, onlar da size bir web sitesi hazırlıyorlar. Üstelik bunun yanında bir de server hizmeti sağlıyorlar. Güvenliğiniz için de size bir SSL sertifikası alıyorlar. Böylece siz de suya sabuna dokunmadan, bir web tasarım uzmanını işe alıp maliyetlerinizi artırmadan son derece basit bir şekilde e-ticaret dünyasına atılmış oluyorsunuz. Bu, önemli bir ihtiyaca cevap veren, son derece yerinde bir iş. Ayrıca Bilginet dünyada web teknolojilerinde yaşanan gelişmeleri de yakından takip edip, uygun olan bir modülü sizin sitenize ücretsiz olarak ekliyor. Bununla birlikte e-ticaret yapacak kişinin aleyhine bir şekilde bağımlılık yarattığı da şüphesiz. Mesela siz sitenize bir modül eklenmesini istiyorsunuz. Eğer bu istek genel bir istek değilse yani müşterilerin çoğunluğu tarafından talep edilmiyorsa o zaman bu modül için ekstra bir bedel ödemeniz gerekiyor. Ama eğer istek çoğunluk tarafından talep edilmişse o zaman bu istek ücretsiz olarak sitenize ekleniyor.
Bilginet’in hazırladığı siteleri kullanarak meşhur olmuş büyümüş birçok şirket var. Bunlar arasında Oyuncax, Doğal Dükkân, Puzzle Depo gibi isimler var. Bilginet’in aşağı yukarı 300 civarında müşterisi var ve bu rakam Bilginet’i sektöründe lider yapıyor…

Ayrıntılı bilgi için : http://www.hemenal.com/

Pazartesi, Şubat 26, 2007

Ebebek.com ve Düşündürdükleri...

Geçen hafta Salı günü E-ticaret dersimizin konuğu bebek.com ve ebebek.com’un hem kurucusu hem de sahibi Halil Erdoğmuş Bey’di. Halil Bey bizlere e-ticaret’e nasıl başladığını, domain ismi alabilmek için hem maddi hem manevi ne kadar zorluk yaşadığını, şirketin kendisiyle birlikte 4 kişinin içinde çalıştığı ilk ofisinin sadece 12 metrekare büyüklükte olduğunu, ebebek.com’da alınan ilk siparişin verdiği o büyük heyecanı, ilk fiziki mekânı, bugün gelinen noktada ebebek.com’un artık 5000 metrekarelik bir fiziki alana sahip olduğunu büyük bir keyifle anlattı.
Bununla birlikte bu konuşmanın ardından benim kafama bazı sorular takılmıştı. Konuşmasında geçen “…En büyük hayalimiz 5 yıl sonra 5000 metrekare fiziki alana sahip olmaktır…” cümlesi aklımdaki soru işaretlerinin ortasında durmaktadır. Açıkçası click olarak yani internet üzerinden ticaret yapan bir firmanın brick olması yani fiziki bir mekâna da sahip olması hiç şüphesiz zorunlu bir gereksinimdir. Hem müşterilerin ebebek diye bir şirketin gerçekten varolduğunu gözleriyle görmesi buna inanması için, hem de sorunlarına gerçek bir muhatap bulabilmeleri açısından önemlidir fiziki mekân. Bununla birlikte bu fiziki mekân işinin abartılarak mağazacılığa doğru gitmesi kanaatimce e-ticaretin mantığıyla ters düşmektedir. Çünkü işin fiziki mekân boyutuna verilen önemin artması kafaların o yönde yoğunlaşması demektir ve bu durum asıl iş olması gereken web tabanlı satışın bir nebze göz ardı edilmesine sebep olabilir. Halil Bey’in bundan sonraki hedeflerinin 50.000 metrekarelik bir mağaza, daha sonrasında ise 500.000 metrekarelik dev bir baby-land açmak olduklarını söylemesi de “Acaba ebebek.com geniş bir müşteri kitlesine ulaşmak ve mağazalaşmak için bir araç olarak mı kullanılıyor?…” sorusunu da beraberinde getiriyor. Çünkü e-ticaret yapan bir firmanın gelir modelinin tam orta yerinde dev gibi alışveriş merkezleri kıvamında mağazalar açmak olmamalı diye düşünüyorum. Bunun yerine verilecek uğraşının Türkiye ve Dünya’daki Web 2.0 gelişimlerini incelemek ve Ebebek.com’u kendi alanında Türkiye’nin kült sitelerinden biri haline getirmek yolunda olması gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte konuşmasının ardından kendisine bu yönde ilettiğim eleştirel düşüncelerime cavaben kesinlikle ebebek.com’un araç olarak kullanılmadığını, tam tersine ilerleyen dönemde ebebek.com’da çok farklı uygulamalara gideceklerini belirtti Halil Bey. Diğer bir konu da Halil Bey’in domain ismine son derece yüksek bir bedel ödeyerek bebekle ilgili tüm domainleri (bebek.com, bebek.net…v.b.) satın aldığını, domain isminin son derece önemli olduğunu söylemesiydi. Bu noktada da yine şunu belirtmek gerekir ki, e-ticarette önemli olan şey akılda kalan domain isminden ziyade, arama motorlarında ilgili konuda üst sıralarda yer alabilmektir. Yani arama motoru optimizasyonudur. Yatırımlar bu yönde yapılmalıdır…

Digg.com, Del.icio.us, Flickr.com ve Bilginin Değişen Yüzü: Web 2.0

Öncelikle yukarıda ismi geçen 3 siteyle ilgili konuşmaya geçmeden Web 2.0’ı kısaca tanımlamakta fayda görüyorum. Web 2.0, adı ilk defa 2004 yılında yapılan O’Reilly ve MediaLive International tarafında organize edilen, web dünyasının başını çeken önemli şirketlerinde (Google, Yahoo, Msn, Amazon, Ebay…) katıldığı konferansta anılan, ama net bir tanımı yapılamayan yeni çağın bilişim ve internet düzenidir. Kısaca tanımlamak gerekirse, “bilginin son kullanıcı tarafından sadece tüketilmesi değil, hem üretilmesi hem tüketilmesi” anlamına gelmektedir Web 2.0. Burada son kullanıcı dediğimiz kişi bilgisayarının başında internet ortamında surf yapan kişidir. Eskiden internette surf, sadece önceden tasarlanmış ve içeriklenmiş statik sayfaların ziyaret edilmesi, varsa alt sayfalara inilmesi ve ihtiyaç duyulan bilgilerin edinilmesinden sonra sitenin terk edilmesi şeklinde yapılırdı. Yeni anlayış çerçevesinde ise herhangi bir son kullanıcı ilgili siteye girip oraya belirli bir konu ile ilgili düşüncelerini yazabilmekte, resim müzik video gibi medya bileşenlerini paylaşabilmektedir. Bloglar sayesinde hiçbir web tasarım bilgisine ihtiyaç duymadan kolayca kendi sayfalarını oluşturabilmektedir. Bu ise Web üzerindeki bilginin üstel biçimde artmasına imkân vermekte ve Web’e daha organik ve dinamik bir nitelik kazandırmaktadır.
Şimdi başlıkta geçen 3 site bu anlamda Web 2.0’ın öncüleri niteliğindedirler. Öncelikle digg.com’u inceleyelim. Digg giriş sayfasında da tanımlandığı gibi tamamen kullanıcıların ilgi duydukları haberleri bu sitede link vermek suretiyle paylaştıkları organik bir haber sitesidir. Kullanıcılar bu sitede kendi ilgi duydukları haberlere link verebildikleri gibi ayrıca diğer kullanıcıların da haberlerini oylayabilmekte, yorumlayabilmekte, e-mail olarak gönderebilmekte ve bloglarına alabilmektedirler. Ayrıca bu sitede sadece yazılı metin haberlere değil videolara da link verilebilmektedir.
Bu yazımızda incelediğimiz ikinci site, del.icio.us yine Web 2.0’ın mantığına uygun önemli örnek sitelerden biridir. Bu site temel olarak bizim Internet Exporer’ımızda sık ziyaret ettiğimiz sitelere kolay erişim sağlamak için kullandığımız “Sık Kullanılanlar” modülünün işleyine benzemektedir. Tek fark bu kullanıcıların sık ziyaret etkileri sitelerden online olarak herkesin haberinin olmasını sağlamaktır. Bunun için kullanıcı ilgili sitenin linkini vermekle birlikte onu bir de etiketlemektedir. Bu işleme tagging ya da folksonomy denmektedir. Böylece kendiliğinden birçok başlık oluşmakta ve herhangi bir kullanıcı bu başlığa tıklayarak konuyla ilgili birçok internet sitesinin linkine ulaşabilmektedir.

Son olarak inceleyeceğimiz flickr.com sitesi kullanıcıların kişisel fotoğraflarını upload edip diğer kullanıcılarla paylaşabildikleri yeni nesil Web 2.0 uygulamalarından biridir. Bu site de yine folksonomy adına güzel bir örnektir. Etiketleme sayesinde ilgili başlıkta birçok resim gruplanmakta ve konuyla ilgili resim arayan tüm internet kullanıcılarının işini kolaylaştırmaktadır. Bu site Yahoo şirketlerinden biridir.

Perşembe, Şubat 22, 2007

Nokia YouTube ile Anlaştı

Barcelona'da düzenlenen 3GSM kongresinde açıklama yapan Nokia'nın CEO'su Olli-Pekka Kallasvuo, Nokia'nın yeni nesil N serisi modellerinin bundan böyle "Nokia Video Center" modülünün sahip olduğu RSS okuma özelliği sayesinde internet tabanlı videolara daha kolay erişim sağlanabileceğini belirtmiş. Nokia'nın CEO'su bu anlamda Nokia'nın ilk küresel iş ortağının YouTube olduğunu ifade etmiş. Bu ortaklık çerçevesinde ise YouTube yakın zamanda mobil cihazların erişebileceği bir mobil video sitesi açacakmış. Bu sitenin AVC formatını destekleyecek olması videoların tekrar tekrar rahatlıkla izlenebilmesini sağlayacak. (İşin en güzel yanı da bu olacak...)

Çarşamba, Şubat 21, 2007

Touareg, Boeing 747'yi çekti.(Yuh Artık:)

"Volkswagen Touareg'i nasıl bilirsiniz ey cemaat ?" diye bi soru sorulsa, en güçlü modelinin 313 beyir gücünde maksimum 3500 kg çekebilen V10 TDI (Turbo Diesel Intercooler) motora sahip olduğunu, sınıfının iyi araçlarından biri olan makul bir 4 x 4 olarak ifade edebiliriz. Bununla birlikte artık bu araç tarihe 155 tonluk Boeing 747'yi çeken SUV olarak geçmiş durumda. Peki bu nasıl oldu?
Volkwagen'in resmi sitesinde belirtildiğine göre önce araca ağırlık eklenerek ağırlığı 2685 kg'dan 7030 kg'a çıkartılmış. Daha sonra ön dingile, V10 TDI şanzımanı yerine Touareg V8’in daha kısa şanzımanı entegre edilmiş. Lastiklerindeki hava basıncı 4.5 bara yükseltilmiş. Son olarak lastikleri korumak için azami hızı sınırlandırılmış. Bunun dışında motor ve şanzıman sistemi başta olmak üzere bütün diğer unsurlar seri üretim modellerle aynı tutulmuş. Böylece Touareg hiç bir hasar almadan Boeing 747'yi 150 metre çekmeyi başarmış.
Herhalde bu tip araçlar için daha iyi bir pazarlama yöntemi olamaz. Volkwagen'in artık yeni bir sloganı var: "Bazılar yalnızca 4 çeker bazıları ise Boeing 747!... ". (Bilmeyenler için: Touareg "çöl şovalyesi" demektedir...)

Pazartesi, Şubat 19, 2007

Tek Taraflı Dünya Düzeni: (Vahşi) Kapitalizm

Kim demiş bütün insanlar eşittir diye? Hayır yok öyle bir şey. Bütün insanlar beyin olarak eşit olsa bile bunu kullanabilme yeteneği noktasında bile farklılaşırlar. “Fırsat eşitliği” jargonu ise bu yüzden anlamsız kalmaktadır. Bu yüzden ideal Dünya düzeni tüm insanların aynı şartlara sahip olması demek değildir. Buna “tek katmanlı eşitlik” (ya da eşitsizlik) diyelim. Öte yandan eğer söz konusu olan şey insan toplulukları ise (mesela milletler ya da millet olma potansiyeline sahip diğer topluluklar) o zaman mutlak suretle bu topluluklar eşit olmalıdır. Yani en bilinen tabiriyle: SÖMÜRGEYE HAYIR!!! Buna da “çok katmanlı eşitlik” diyebiliriz.
Şimdi işin özü Dünyanın şu anda içinde bulunduğu durumun fena halde canımı sıkmasıdır. Peki n’oldu da Dünya bu hale geldi? Eskiden Dünya çok büyük bir yerdi. Kimse kimseyi tanımazdı, tacirler ve askerler dışında…Sonra birileri İngiltere’de buhar makinesini üretim süreçlerinde kullanmayı akıl etti. Yaşasın! Artık o birileri daha çok üretebilecekti. Böylece daha çok insan o ürünlerden faydalanabilecekti. Bu iyi bir şeydi. Çünkü sınaî ürünler tarım ürünlerinden çok daha fazla çeşitliydi, kullanışlıydı vs. vs. vs. (Düşünsenize makarna ve hazır çorba olmadan hayat biz öğrenciler için daha zor olabilirdi:)
İyi de üretimin mantığı belliydi; Fabrikanın arka kapısından bir şeyler girmeden ön kapısından bir şeyler çıkamazdı. E arka kapıdan girecek o şeylerin de eldeki miktarı belliydi ve bir sınırı vardı. Gün gelecekti ve bu birileri ellerindekini bitirecekti. Çünkü iktisadın en temel kuramına göre hiçbir kaynak sınırsız değildi ve kullandıkça azalan ve sonunda da biten şeyler di bu kaynaklar. Sonra n’oldu? Bu birileri ellerindekiler bitince fabrikalarını kapatmadılar tabii ki. Kapatamazlardı çünkü. Çünkü kendilerince bir sürü haklı nedenleri vardı (Bazıları gerçekten çok doğruydu.). Sonra tüm bu nedenlere dayanarak yeni kaynaklar, hammaddeler bulabilmek için başkalarının topraklarına göz koyma hakkına sahip olduklarını zannettiler. Hem sonra, göz koydukları topraklar çok zengindi (öyle ki topuğumu vursam petrol fışkıracak diyecek kadar da ağızlarının suyu akıyordu, altının rengi gözlerini kamaştırıyor, kömürün rengi ise ruhlarını ve kalplerini karartıyordu…) ve bu topraklarda yaşayan insanlar onlara göre çok ilkeldi, bu topraklarda yaşamayı hak etmiyorlardı. Artık batı gözünü doğuya dikmiş ve hırlamaya başlamıştı. Dünyanın çivisi çıkmak üzereydi. İşte filmimiz tam da burada koptu…Batı artık silahını bulmuştu: Sömürme, yani yeni adıyla Kapitalizm.
Aslında kapitalizm sermaye taraftarlığı demektir ve teoride çok iyi bir şeydir. Çünkü rekabet olanağı yani eşitlik sağlar, kaynak israfını önler. Sırf bu nedenle iktisadın en büyük sorunsalına cevap olabilecek niteliktedir. Ayrıca bir ülke eğer sanayileşmek istiyorsa, o ülkede bir fabrikanın kurulabilmesi için elbette birilerinin o fabrikayı kuracak paraya sahip olması gerekir. Yani sermayenin yoğunlaşması gerekir. Bu yüzden de kapitalizm iyi bir sistemdir.( “Peki, illa fabrika kurmak için birilerinin zengin olması gerekir mi?” sorusunun cevabını daha sonra vereceğim.) Bununla birlikte pratikte işler öyle yürümemektedir. Dünya üzerinde sermayenin dağılımına baktığımızda inanılmaz bir eşitsizlik göze çarpmaktadır. Ayrıca kapitalizm teoride sanıldığı gibi rekabet olanağı sağlayıcı değil tekele meyledici bir niteliğe sahiptir. Çünkü sermaye sahipleri her zaman en büyük ve tek büyük olmak isterler, her zaman daha çok satmak isterler. Dikkat edildiğinde kolayca görülecektir ki tüm çabaları bu yöndedir. Bunun örnekleri vermekle bitmez. Ama adettendir, bi Microsoft’u, bi Coca-Cola’yı, bi Danone’yi burada ifade etmeden geçmeyelim. Peki kaynak israfını engelliyor mu bu kapitalizm? Tabii ki engellemiyor, hatta artırıyor. Kaynak diyince doğal kaynakları hatta en temellerinden hava ve suyu da anlayalım. Bugün küresel ısınma Dünyanın en büyük sorunuysa bunun en büyük sebebi de düzensiz ve duyarsız sanayileşme şeklidir. Çünkü fabrikanın bacasına ve atık su borusuna filtre takmak masraflıdır ve bu yüzden gereksiz bir şeydir. Hem CO2 emisyonu da nerden çıktı? Çevreyi kim takar? Kapitalizmin takmayacağı kesin. Takmamaktadır da. Bugün hayati öneme sahip Kyoto Protokolüne imza atmayan en büyük ülke aynı zamanda Dünyanın en kapitalist ülkesi ABD’dir. Yani kısacası Dünya kaynakları adil ve duyarlı bir şekilde kullanılmadığı için bir taraf zenginlik içinde yüzerken, bir taraf açlıktan, hastalıktan kırılmaktadır. Yani çok katmanlı eşitlik gerçekleşmemektedir. Peki bu hak mıdır, reva mıdır?...

Yani bu kapitalizm kötü bir şey mi amca?

Son olarak şunları yazmak istiyorum. Kapitalizm kanaatimce ölü doğmuş bir sistemdir. Vazgeçilmeli midir? Tabii ki hayır, çünkü o zaman alternatif sunmak gerekir ve Dünya üzerinde şu anda daha iyi bir sistem yoktur. Zaten işin otoriteleri de kapitalizmi kötünün iyisi bir sistem olarak nitelemektedir. Aslında daha iyi bir sistem vardır, onu da sonraki yazımda aktaracağım.

Tüm insanlığın bu küçük ve yaşlı Dünyamızda daha huzurlu bir şekilde yaşaması dileğiyle…

Perşembe, Şubat 15, 2007

Transformers için geri sayım başladı.

Çocukluğumuzun unutulmaz çizgi filmi nihayet beyazperdede. Steven Spielberg’in film haklarını satın almasıyla Hollywood’u bir anda hareketlendiren filmin yönetmenliğini ise Michael Bay üstleniyor. Spielberg’in yoğunluğu nedeniyle projeyi Bay’e devrettiği belirtiliyor. Film DreamWorks ve Paramount ortak yapımı olarak gösterime girecekmiş.
Daha önce animasyon olarak gösterilen 90’ların efsane çizgi filmi bu kez yoğun görsel efektler ve ayrıntıların bolca işlendiği bir sinema filmi şeklinde hazırlanmış. Filmin gösterim tarihi ise Amerikalıların kurtuluş günü olarak kutladıkları 4 Temmuz 2007 olarak kararlaştırılmış. Görünen o ki film şimdiden yaza damgasını vuracağını belli ediyor…